GÜNEY AFRİKA RÜYASI-CAPE TOWN!
Hepinizin bildiği gibi benim hayatta en keyif aldığım şeylerden biri dünyayı gezmek. Her gezip gördüğüm yerle birlikte yeni kültürleri deneyimlemek, görüp öğrendiğim kültürleri sizinle paylaşmak benim için tarifsiz bir keyif.
Bu seferki yazımda sizlere 8 gece 9 günlük Güney Afrika, Zimbabve ve Botswana gezimin ilk kısmı olan Cape Town, Güney Afrika’dan bahsedip bu bölgenin gezilip görülecek yerlerini, kültür ve yaşam tarzını tanıtmaya çalışacağım. Benim için çok büyüleyici olan bu seyahati umarım sizler de beğenirsiniz. Zimbabve ve Botswana kısımlarını da ayrı ayrı bloglayacağım.

Gezimiz ilk olarak Cape Town’la başlıyor. Cape Town’a ulaşmak İstanbul’dan direkt uçuşla yaklaşık 13 saat sürüyor. Oldukça uzun olan bu uçuşu her ne kadar biraz sıkılıp yorularak da geçirsem sonunda hep merak ettiğim bir şehre ulaşacak olmanın verdiği heyecan bu uzun uçuştan şikayetçi olmamı engelledi. Gece yarısı bindiğimiz uçaktan sabah saatlerinde Cape Town’da indik .
Bavullarımızın gelmesi, gümrük ve vize işlemleri derken günü yarılamış olduk bile. Bugünün programı panoramik şehir turu sırasında göreceğimiz Adderly Caddesi, Ümit Kalesi, Long Street ve ardından gün batımı sırasında çıkacağımız ve bu şehirde benim en merak ettiğim yer olan Masa Dağı olacaktı.
1.GÜN
CAPE TOWN
Cape Town Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en eski ve kültür miraslı şehirlerinden biridir. Halk arasında “Anne Şehir” olarak anılmaktadır. Güney Afrika’nın başkenti olduğu gibi içerisinde bulunan Kap eyaletinin de en büyük şehridir. Güney Afrika’nın diğer iki başkenti olan Pretoria ve Bloefontein dan farklı olarak dünya turizminde büyük yeri vardır. Hemen arkasında yükselen Masa Dağı (Table Mountain) ve önünde uzanan Hint & Atlas Okyanusları sayesinde şehir 2014 yılında hem NY Times hem de The Daily Telegraph tarafından dünyada ziyaret edilebilecek en iyi yerlerden biri olarak seçilmiştir.
1488 yılında Bartelemeu Dias tarafından keşfedilmiştir. Sırasıyla Boerler (Afrikanca konuşan Güney Afrika kabileleri) ve İngilizler’in eline geçmiştir. 1960’larda Güney Afrika Birliği kurulduktan sonra ülkenin yasama başkenti seçilmiştir.
Bavullarımızı alıp panoramik şehir gezimiz için tur otobüsümüze biner binmez rehberimiz tarafından şehrin muhteşem güzellikleri yanı sıra ne kadar tehlikeli olabildiği, özellikle hava karardıktan sonra hiçbir yere yürüyerek ulaşmamamızın önemi konusunda uyarıldık. Bunun nedeni şehirde yaşanan büyük ekonomik farklar. Şehrin bir bölümündeki muhteşem görünümlü evlerde zengin beyazlar yaşarken diğer kısmında açlık sınırında penceresiz, suyu elektriği olmayan metal evlerde yaşayan çoğunlukla siyahi ırktan gelen yerliler yaşamakta. Otobüs turumuz sırasında Cape Town un bana biraz daha komplike gelen politik tarihini simgeleyen Adderly Caddesi, Rieberk Heykelini filan görsek de benim ilgimi pek çekmiyor. Benim için bugünün iki büyük önemi var. Birincisi yol boyunca gördüğümüz ev/yaşam alanı diye adlandırmamın oldukça zor olduğu metal kutucuklar şeklindeki yerleşkeler ve içlerinde sefalet içinde yaşayan yerliler diğeri ise birazdan detaylı anlatacağım Masa Dağ’ı.
MASA DAĞI
Masa Dağı (Tafelberg/Table Mountain), Cape Town şehrinin çoğu bölgesinden görünen üstü dümdüz olup masaya benzediği için Masa Dağı olarak adlandırılmış bir oluşum. 1086 metre yüksekliğinde olup milyon yıl önce magmatik ve buzul hareketleriyle oluşmuş bir dağ. Unseco tarafından belirlenen Dünya’nın Yedi Harikası listesinde yer almakta.
Otobüsten inip biraz yürüyünce dağa çıkacağımız teleferiğe ulaşıyoruz. İsteyenlerin yürüyerek de çıkabileceği bilgisi veriliyor ancak hepimiz bir saatten uzun sürecek bu macera için oldukça yorgunuz.
Yaklaşık 7 – 8 dakika süren teleferik yolculuğumuz sonrasında dağın tepesindeyiz ve manzara anlatılamayacak kadar büyüleyici. Dört bir yanımız bembeyaz bulutlarla çevrili ve bir tarafta Cape Town un şehri diğer tarafta da Atlas Okyanus’unun manzarası alabildiğince önümüzde uzanmakta
Bu büyüleyici manzarada kaybolduğumuz sırada rehberimiz bize kocaman tüylü bir hayvanı işaret ediyor. Bu hayvan kaya yaban faresi adı verilen bir kemirgen. Bu dağda birçok boyda olanı var. Bozkır renkli kıraç bitki örtüsünün arasında renkleriyle kayboluyor bu hayvanlar.
Aylardan Haziran olması ülkenin mevsimini sonbahar sonu kış başlangıcında yapsa da hava Cape Town da oldukça ılık 16-18 derecelerde. Ancak Masa Dağının tepesi daha serin. Üstümüzde ince rüzgarlıklarımız olduğu için biraz şanslı olsak da hafiften üşüdüğümüzü de itiraf etmem lazım. Siz siz olun Masa Dağına çıkarken yanınızda üstünüze giyecek yedek kıyafet almayı unutmayın. Bizim gibi gün batımı sırasında gidip bembeyaz bulut kümeleri arasından okyanusa batan güneş manzarasında bol bol fotograf çektirip bu eşşiz anları ölümsüzleştirmenizi kesinlikle tavsiye ederim
Masa Dağı’nın ardından otelimize geçiyoruz. Biraz dinlenip üstümüzü değiştikten sonra grubumuzla beraber Cape Town’un bir başka önemli noktası olan V&A Waterfront’a gidiyoruz. Burası şehir merkezinin hemen yanında yer alan, restoranlar, mağazalar, oteller, eğlence mekanları ve müzeler gibi farklı aktiviteler sunan geniş bir alan. Renkli, bol ışıklı ve turistik olması dışında çok da özellikli ve otantik gelmiyor bana. Ancak turumuzun organize ettiği restoranda yediğimiz biltong yemeği (baharatlarla çeşnilendirilmiş bir et yemeği) ve bana fazla tatlı gelmesine rağmen beğendiğim ve denemeniz gereken Malva Puding tatlısı için görmeye değer olabilir.
2.Gün
STELLENBOSCH
Güney Afrika denilince akla gelen en önemli şeylerden biri de üzüm bağları ve bunlardan üretilen şaraplarıymış. Bu bilgiyi turumuzun ikinci gününde gittiğimiz Cape Town’un 50 km kuzeydoğusunda bulunan Stellenbosch bölgesinde öğrendim. Burası Güney Afrika’nın ikinci en eski Avrupa yerleşimiymiş. 1679 yılında Hollandalılar tarafından kurulmuş döneminin etkileyici Dutch mimarisiyle süslenmiş ve meşe ağaçlarıyla çevrilmiş bir şehir daha ziyade bir kasaba. Ağaçlarla çevrili oluşu nedeniyle “City of Oaks” (Meşeler Şehri) olarak da adlandırılmaktaymış).
Bölgede 150’den fazla üzüm bağı ve şaraphane bulunmakta. Bunlardan birine gidip bölgenin meşhur üzümleri Cabernet Sauvignon, Pinotage, Merlot ve Chenin Blan hakkında bilgi alıyoruz. Erişkinler tadımlarını yapıyor ve dileyenler şaraplarını alıyor.
Sonrasında ise şehrin merkezinde yer alan Dorp Caddesinde alışveriş yapıyoruz. Burada yer alan açık pazarlarda sürekli pazarlıklar yaparak çeşitli tahta sanat eserleri ve takılar almak oldukça keyifli ve otantik bir deneyim. Bu otantikliğin tam yanında ise oldukça sofistike sanat galerileri var .
Bir ayağınız Afrika kıtasında diğer ayağınız ise Avupa kıtasında gibi hissediyorsunuz. Aslında bu his gezinin en başından beri var. Alışveriş sonrası öğlen yemeğinde daha önce hiç tatmadığım bir yemek olan antilop etinden yapılmış Sprinbok Fillet ve dağ otlarıyla beslenmiş özel bir kuzu olan Karoo pirzolası yiyoruz. İkisi de lezzetli ancak ben kuzu etini o kadar da sevmediğime bir kez daha karar veriyorum
Bo-KAAP MAHALLESİ
Stellenbosch gezisi sonrası Cape Town’a geri dönüyoruz. Serbest zamanımızda otelimizin hemen yanında olan dar parke taşları ve renkli evleriyle meşhur Bo-Kaap Mahallesini turluyoruz. Burası Cape Town’un içerisinde bir Müslüman mahallesi. Hollanda yönetimi sırasında Endenozya ve Malezya gibi ülkelerden köle olarak getirilmiş kişilerin yaşaması için kurulmuş, kölelik kalktıktan sonra ise Müslüman halka hediye edilmiş bir bölge. Evlerin rengarenk olma sebebi buradaki halkın özgürlüğünü kutlama şekliymiş. Küçücük bir alanda benim sayabildiğim 6-7 cami olası ilginç geldi .
Burada Malezya ve Endonezya’dan gelen topluluğun Afrika kültürüyle de birleştirip oluşturduğu Cape Malay mutfağı oldukça meşhur. Hatta dileyenler Malay Pişirme Turlarına bile katılabiliyor. Bu yemekler sarımsak, kişniş, zencefil, zerdeçal, tarçın, safran vb. Baharatlarla çeşnilendirilmiş. Benim gibi koku duyusu yüksek olan biri için güçlü tatlı yemekler. Çok çeşitli adları var ben sadece başlangıç gibi servis edilen yağda kızarmış hamur olan Samoosas tattım.
CAMP’S BAY
Bo- Kaap ‘ı da bitirdikten sonra Cape Town’un bir başka meşhur bölgesi olan Atlantik Okyanusunun tam kıyısındaki bölgeye akşam yemeği için geçiyoruz. Aslında buranın muhteşem gün batımları ve alabildiğince uzanan altın renkli plajları da ünlü ancak biz günbatımını kaçırıyoruz mevsim de zaten plaj için uygun değil. Bölgenin en tercih edilen restoranlarından biri olan Codfather Seafood & Sushi başlı başına değişik bir deneyim. Oldukça salaş iki katlı bu restoranda rezervasyon şart. Girer girmez karşınıza çıkan dolaptan yemek istediğiniz deniz ürünlerini kilo ile seçip alıyorsunuz önünüzde bir mangalda pişiriyorlar .
Ailecek balık ve deniz ürünleri sık yesek de ben ilk defa bu kadar çeşit kabuklu ve deniz hayvanı görüyorum .
Cape Malay mutfağı ve Afrika bölgesi etleri kadar bu deniz ürünleri de mutlaka Cape Town’a gidildiğinde tadılmalı.
3. Gün
HOUT BAY & ÜMİT BURNU YARIMADASI & BOULDER’S BEACH
Bugün Cape Town tatilinin son günü olması dışında benim en heyecanla beklediğim zamanı. Tüm gün yollarda olacağız ancak hep merak ettiğim şeyleri göreceğim. Sabah erkenden yola çıkıyoruz. Cape Town’un sahil kesimindeki Bantry Bay, Camps Bay ve Llandudno bölgelerinden otobüsümüzle geçerken bir yanda Atlantik okyanusu ve önünde uzanan bembeyaz kumlarla diğer yanda Cape Town’un zenginlerinin yaşamayı tercih ettiği lüks evleri (daha doğrusu evlerin yüksek yüksek duvarlarını ve güvenlik bekleyen kapılarını) görüyoruz. Özellikle Llandudno Plajının görüntüsü çok etkileyici. Bembeyaz kumların tam yanında başlayan parlak mavi bir okyanus…Suya atlamak istiyorsunuz ancak mevsim bunun için maalesef ki uygun değil.
Bu 3 bölgeden geçtikten sonra oldukça merak ettiğim bir şeyi görmek için Hout Bay’ e ulaşıyoruz. Hout Bay Cape Town’un batı bölgesinde yer alan ve hemen yakınındaki Duiker Adasında yaşayan Cape kürklü foklarıyla meşhur bir bölge. Hout Bay’de otobüsten inip bizi adanın çevresinde dolaştıracak balıkçı takamızı beklerken hayatımın en ilginç anlarından birini yaşıyorum. Annemin arkası sahile dönük benimle konuşuyor, birdenbire arkasından ona doğru kendince koşarak gelmekte olan bir fok görüyorum. Anneme “Anne fok sana doğru koşuyor,” diye uyarsam da annem önce ciddiye almıyor, sonra etraftaki yerlilerin de yüksek sesle uyarılarıyla dönüp kenara çekiliyor. Biraz korksak da bir yandan da böyle nadir görebileceğimiz bir hayvanı bu kadar yakından görmüş olmak çok heyecan verici bir an.
Bir süre sonra tekneyle adaya doğru hareket ettiğimizde annemle yaşadığımız anın burada sık yaşandığı ancak fokların gelen turistlere bugüne kadar zarar vermemiş oldukları bilgisini alıyoruz. Fokların adasına ulaştığımızda fokların yanı sıra bu bölgeye özgü iki kuş da görüyoruz, karabatak ve martı. Üç canlı da küçücük adada birlikte huzurla yaşıyor. Hava biraz serin ama mis gibi, kuşlar, foklar, deniz kokusu kendimi iyi hissediyorum.
Tekne turu sonrası otobüsümüze binip Hout Bay tepesindeki fotoğraf noktasında fotoğraflarımızı çekip
bir başka merak noktam olan Ümit Burnu’na doğru yola çıkıyoruz.
Ümit Burnu (Cape of Good Hope) sosyal bilgiler dersinde de öğrendiğim üzere Portekizli kaşif Bartolomeu Dias tarafından keşfedilmiş sonra da Vasco da Gama bu burundan Hindistan’a yolculuk etmiş, uzun yıllar bu yol Asya ve Avrupa arasındaki tek ticaret yolu olarak kalmıştı. Her ne kadar Güney Afrika kıtasının en güney ucu olup Atlas ve Hint okyanuslarının birbirine karıştığı bölge olarak bilinse de aslında Cape Yarımadasının en güney ucudur. Afrika’nın en güney noktası Ümit Burnu’na göre daha güney doğuda olan Agulhas Burnudur. Rehberimiz Figen Hanım yolda bu bilgiyi verip göreceğimiz manzaranın aslında iki okyanusun birbirine karıştığı nokta olmadığını söylediğinde biraz hayal kırıklığı yaşamış olsam da yine de merak ediyordum. Yol boyunca heyecanla oraya ulaşmayı beklerken Ümit Burnu Doğal Reservi’ndeki hayvanlarla karşılaşmak da oldukça keyifliydi. Antilop, devekuşu, kaya tavşanı gördüklerimiz arasındaydı .
Afrikancada sık ot anlamına gelen fynbos bitki örtüsü bizim bozkır alanlarımıza benzese de arada gördüğümüz renga renk çiçekler farklılığını ortaya koyuyordu. Reservin sonunda Cape of Good Hope fenerinin de olduğu bölgeye ulaşıyoruz. Bir füniküler ile yukarı çıkıyor, fotoğraflar çekiyor önümüzde alabildiğince uzanan okyanusa bakıp etkisinden çıkamıyoruz. Sonrasında Ümit Burnu’na gelen tüm turistlerin fotoğraf çektirdiği yazının orada fotoğraf çektirip bir sonraki durağımız olan Boulder’s Beach’e hareket ediyoruz .
Bu plajın özelliği Güney Afrika penguenlerine ev sahipliği yapması. Bu penguen türü sadece Güney Afrika ve Nambiya da yaşıyorlar ve son yıllarda nesilleri tükenmeye başladığı için koruma altına alınmışlar. Burada gördüğümüz yüzlerce penguen 1982 yılında buraya getirilmiş iki penguenden üretilmişler .
Gerçekten çok şirin ve sempatik görünüyorlar. Dokunabilmeyi çok istediğim halde hem canlıya zarar vermemek adına hem de penguenin saldırma olasılığı olduğundan yasak olduğu için sadece izliyor ve fotoğraf çekiyorum .
Bu yakın kontak sonrası bugünkü gezimiz de bitiyor ve otelimize Cape Town’a dönüyoruz.
Bu yazımda sizlere daha kapsamlı olan Güney Afrika seyahatimin ilk bölümü olan Cape Town ve çevresini yaşamı, kültürü ve önemli noktalarıyla anlatmaya çalıştım. Ben çok keyif alıp etkilendim umarım bunu size de aktarabilmişimdir.
Şimdilik Hoşçakalın
Sizi Seven Yasemin Aydın.